Hey sen yanlış görmüyosun.
Hadi amaa gözlerini ovuşturmayı bırak hemen.
Evet tatlım geldim ben artık.
Bu kadar üşengeç olmasaydım daha iyi olabilirdi hayatım.
Bu yazı bu saate
-04:16- kalmazdı mesela.
Hayatı ertelemezdim bu kadar.
Şu satırları günlüğüme uzun süre yazmadıktan sonraki suçluluk hissi
gibi bi hisle yazıyorum.
Tamam tamam bu sadece bi -final ardından taşınma ardından -
tatil - dönüşü yazısı.
Her sene herkesin blogunda olduğu gibi.
Ama bir uyarı:Bu yazı düşündüğümden ve düşündüğünden daha uzun olabilir.
Neyseki gelir gelmez netim bağlanmıştıda ona
cozutmadım durduk yere.
Sevgili okuyucu bakma böyle ruhsuz bi yazı olduğuna.
Aslında varya ben
bommmba gibiyim.
Enerjiğim bi kere.
Deniz kum güneş kime iyi gelmezki.
Yüzdümde bol bol.
Güneşin tenimi kavurmasına izin verdim.
Tabii her defasında birinin sırtımdan aşağıya
buzzz gibi suları dökmesine de.
İntikamım hep acı olur
bilirsin.
Zıplayarak fotoğraf çektirmeyi,güneş kremini her defasında biyerlere bulaştırmayı,
pembe çerçeveli gözlüklerimiyse yapışmışçasına gözümden çıkar
mamayı ihmal etmedim.
Şu meşhur parmakarası hastası olduğum brikenstok terlikler ise tatil sonrasına kaldılar ama bi aliyim kışa kadar giycem onları.
Tütü eteğimle
fiyonk tokam bıktılar benden.
İki kez yağmurlu havadadeniz sefası yaptım.
Bir intihar girişimine engel oldum.
Acıkınca ilk defa her yalnızken yaptığım gibi makarna diil,taze fasulye pişirdim.O-la.
Babamın kesin bir şekilde öğretmeyi reddettiği araba kullanmayı tam öğrenemsemde birkaç kere birkaç canı
-hani can taşıyorum ya- sahile götürüp getirdim.
Ve totalde sadece iki kez arabayı stop ettirdim.
Ordada gezicek yerleri,saçmalayacak insanları mıknatıs gibi çektim.
Ben bu yaz biraz bronzlaştım,kendimle uzlaştım ayağımın kumuyla geldim.
Saçlarımı uzattım,biraz güneşinde yardımıyla
sararttım.
Tabi ten rengim daha ilk günden açıldı o ayrı.
Bu sene tatil olabilecek en sıradan yerde,inanamıyacağım kadar güzel geçti.
O yüzden hiç dönmek istemedim.
Geçen yıllarda evde pinekleyen hayalci,bu sene tatilin hemen biteceği korkusuyla sabahın köründen gece yarısına kadar her saniyeyi dolu dolu geçirdi.
Annemin deyimiyle
azıttım.
Ama tabii ramazan bizi
kuzu kuzu evimize döndürdü.
Tabi şunu da unutmamak lazım
İstanbula ayak bastığım anda içinde bi kıpırtı oluyor hep.
Napalım sevdiriyor kendini bi şekilde.
Evdeki durumu anlatmak gerekirse;
Taşındıktan hemen sonra tatile çıkılınca ev oluyor sana cümbüş alanı.
Ne arasan
bulamıyorsun!
Resmen odamda göçebe hayatı yaşıyorum yahu.
Ah tabi her işe burnunu sokmadan duramayan -teyzemin deyişiyle-
fuzuli işler müdürü- ben şu örgü bileklik olayınada acayip taktım.
Evdekilerle denedim olmayınca gitttim ip aldım.
Onlar da odamın her yerinde
dağılmış vaziyetteler.
Daha
boşaltılmamış koliler,yerleşmemiş hatta daha monte edilmemiş dolaplar,tatil valizim,giyip çıkarttıklarım,ders notlarım,kitaplarım ve ıvır zıvırlarım adım atacak yer bırakmamak suretiyle odamı istila etmiş durumdalar.
Bu odayı toparlamak
aylarımı alabilir.
Ama o zaman annem beni
gebertebilir.
Ki birileri iftara gelmeden
bu oda -hatta ev- yola gelmeli.
Galiba ben uzattıkça uzatıyorum.
Bu arada fotoğraf makinam bozuldu ve ben fotoğraf makinesiz
bir hiçim.
Telefonla idare edilmiyorki artık.
Of çok uzadı yazı.
Bu satıra kadar okuyanları
sabrından dolayı tebrik ediyorum.
Telefonumun mesaj ışığı bi saattir ısrarla
yanıp sönüyor.
Ne asabi telefon bu
arkadaş.
Gidicem gidicem de bide
üzüliyim öyle gidiyim be blog.
Teo müziği bırakmış ya,beni benden aldı o haber.
Onun o gırtlaktan söylediği şarkıları,sahnedeki o sarhoş duruşu olmadan neye yarar yaşamak.
Of of.
Dertlendim.
En iyisi oruç tutmak.
Ramazan güzel şey.
Tanrım yağmur başladı.
Hemde öyle böyle diil.
Mis mis.
Varya ben buraları çok özlemişim yaa.
Böyle hepinizi kucaklayasım geliyor.
Hem başka kim benim bu kadar saçmalamama izin verir ki.
Hemde daha anlatacağım tonlarca şey varken.
Uykum geldi sanırım.
Adiós.
Saat:06:18.
Ayıp denen bişey var hayalci,görende roman yazdın sanıcak.